[ Ana Sayfa ]

             

ATATÜRK'TEN ANILAR

ANILAR 1
Hoşgeldin Halil  Ağa
Napolyon'a Benziyorsunuz

Atatürk ve Gülsüm Abla
Onları Bu İşe Karıştırma,Atam!
Atatürk'ün Rüyası!

Title 6
Title 7

Title 8
Title 9

Title 10
Title 11

Title 12
Title 12

Title 13
Title 14

Title 15
Title 16

Title 17
Title 18

Title 19
Title 20

 

ANILAR 2
Title 1
Title 2

Title 3
Title 4
Title 5

Title 6
Title 7

Title 8
Title 9

Title 10


 

ANILAR 3
Title 1
Title 2

Title 3
Title 4
Title 5

Title 6
Title 7

Title 8
Title 9

Title 10

SECTION 4
Title 1
Title 2
Title 3
Title 4
Title 5
Title 6

    Buradaki olayda Atatürk'ün kendisine sarhoş diyen köylü bir vatandaşın sorununun çözülmesi için ortalığı ayağa kaldırması, devleti seferber etmesi, hükümet yetkililerini azarlaması ve  SORUMLULUK bilinci görülecektir.

 Atatürk'ün nasıl bir DEVLET ADAMI, nasıl bir insan olduğunu anlamak için bu hatıra mutlaka okunmalıdır. Burada onun kişilik yapısı, ruh hali, milletine bağlılığı ve sevgisi, pratik zekası, iş görme tarzı görülecektir. Vatandaşının derdiyle dertlenen ve onun  refah  ve mutluluğu için ömrünü ve mesaisini harcayan, yanlışa tahammül edemeyen    bir LİDER görülecektir.

Ebediyete irtihalinin 86. seneyi devriyesinde İstiklâl Mücadelemizin Başkumandanı, Cumhuriyetimizin Kurucusu, Ömrünü Milletin Refah ve Mutluluğuna Adamış BÜYÜK DEVLET ADAMI Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü  Rahmetle, Saygıyla ve Minnetle Anıyoruz.(10.11.2024)           

 

Derleyen:Muhterem ERENLİ

HOŞ GELDİN HALİL AĞA!

ATATÜRK'ün SOFRASI başlığı ile Günaydın gazetesinde yayınlanan yazı serisinde ki bu olayı; Nuri Conker, Behçet Kemal, Kılıç Ali Beylerden edindiği bilgi ile kaleme alan Bay ismet Bozdağ'ın, kısmen özetlediğim yazısını aynen aktarıyorum:

Yıl 1936, İstanbul, altın gibi bir sonbahar yaşıyor. Atatürk Florya Köşkü'nde, arkadaşları ile konuşuyor, Ülkü ile oyalanıyordu. Devlet iş­leriyle meşgul olmuştu ama gene de canı skkın. Oldum olası Devlet Başkanlığının sınırlı yaşamına alışamamıştır. Bir gün Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak'a dediği gibi, kendisini kapatılmış, tutuklanmış sayıyor. Bu yüzden bütün Cumhurbaşkanlığı süresince, Atatürk sıkılmış, yakılarına bundan yakınmıştı. Bu duygularını Selanik günlerinden arkadaşı Nuri Conker'e anlatırken, birden Conker'in dizine vuruyor:

 -Bana yardım eder misin Nuri?

 - Nasıl?

 -Kaçalım köşkten!

 Conker duraksıyor. Böyle bir işe önayak olmak Başbakan ismet Paşa 'dan yaman bir azar işitmektir. Ama isteyen de Atatürk'tür :

-Peki, nasıl kaçacağız Paşam? Peşimize bir ordu adam takılır, hiç bir keyfi olmaz bunun…

Atatürk gülüyor:

-Bırak şimdi bunları, ben de biliyorum “kaçalım” ne demek? Kimseye görünmeden usulca sıyrılalım demek! Sen bana yardım edecek misin?

- Paşam, kusura bakma anlamadım ama buyruğunuzdayım elbet. Siz yolunu söylersiniz ben de size katılırım…

- Hah, şimdi oldu.

 Bunları konuşurken Atatürk' 'in gözleri, çocuk gözleri gibi parlıyor konuşmayı sürdürüyor:

-Bak şimdi Nuri... Senin otomobilli bir arkadaşın yok mu?

- Var…

-Tamam. Sen şimdi yaverlerden gizli gidip bu adama telefon edeceksin, kendin için isteyeceksin bir günlüğüne arabasını… Gerisini bana bırak…

Conker arkadaşına telefon eder, arabanın üstü kapalı gelmesini de hatırlatır. Atatürk'ün yanına geldiğinde uygulamayı dinler:

-Şimdi bak ne yapacağız?. Araba seni almak için gelecek. Yaver gelip haber verecek. İkimiz birlikte kapıya doğru yürüyeceğiz. Ben yaveri bir iş buyurup savacağım. Senin ceketini ve şapkanı giyip otomobile bineceğim. Birkaç saniye sonra sen geleceksin!. Senin gömlekle dolaşman, bu mevsimde yadırganmaz. Nöbetçilerin yanından geçerken, sen kendini göstereceksin ve seni tanıyacaklar, yol verecekler. Senden kuşkulanmayacakları için biz çemberi yaracağız!.

-Çemberi yarsak bile hemen fark edip peşimize düşerler paşam.

-Ne?... Sen anlarlar mı diyorsun? Şaşarım aklı perişanına... O kadar akıl nerede bu adamlarda? Atatürk'ün köşkten kaçtığını bu adamlar gözleriyle görseler, kendilerine bile inanmazlar! Bak bekle göreceksin!...

Nuri Conker, İsmet Paşa korkusuyla tedirgin, Atatürk özgür olmak hevesiyle mutlu bek- lerler. Nihayet yaver gelir, haber verir. Atatürk seslenir:

-Demek davetlisin Nuri, pekâlâ... Hadi ben de seni kapının önüne kadar geçireyim, sonra döner kitap okurum...

Birlikte yürürler.. Yaver peşlerinden gelmekteydi. Atatürk birden döndü Benim kitaplarımın arasında Edouart Herriot nun “Orients”  adlı bir kitabı olacak yeni geldi, Onu bul odamdaki masama koy, bu akşam yemek yemeyeceğim okurum Sen de dinlenebilirsin!

- Başüstüne Atatürk!,..

 

Yaver uzaklaşıp gözden kaybolunca

 - Haydi, çıkar ceketini, ver şapkayı!

 Atatürk ceketi çabucak giyip, şapkayı da başına geçirerek yürümeye başladı. Arabaya gelince bir duraksama yaptıktan sonra kapıyı açarak bekleyen şoför Atatürk'ü Nuri Conker sanmıştı. Tam direksiyona geçeceği sıra, bu kez Nuri Conker görünür ve:

 - Hadi oğlum, çek!., der.

 Araba hareket ederek dış kapıya gelince, nöbetçi otomobile doğru yaklaşır... Nuri Conker oturduğu yerden başını çıkararak nöbetçiye seslenir.

-Allahaısmarladık asker.

 Sağol cevabını alarak geçip giderler.

Atatürk şoföre:

-Çekmece'ye doğru., dedikten sonra Nuri Conker'e gülerek döner Ben sana demedim mi kaçarız diye.. Simdi bizim dönüşümüzde bunların telaşını bir düşün!...

Atatürk 'ün neşesine bir diyecek yoktu Yol­da otomobilin tentesini de açtılar Güzel bir eylül sonu akşamı sonbaharın tadını çıkararak Çekmece ye doğru gidiyorlardı. Hava ılıktı görüntü güzeldi  ve her şey düzeninde işliyordu...

 Birden Atatürk'ün gözleri akşam güneşi altında_çift süren bir köylüye takıldı, Yaslı bir adamdı bu. Ama sapanın sapına iyice yapışmış toprakları yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir_yanında öküz, bir yanında merkep vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu. Atatürk şoföre:

-Dur dedi,

arabadan indiler. Çift süren köylü yoldan uzak değildi. Atatürk elini arka cebine götürüp sigara tabakasını çıkardı, sonra köylüye seslendi:

 - Kolay gelsin Ağa!

Koylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:

-Eyvallah, eyvallah…

Atatürk, baştan seslendi :

-Ateşin var mı, ateşin?

Bu kez köylü sesten yana basin çevirdi. Atatürk elindeki yanmamış sigarayı gösteriyordu. Köylü bir süre baktı, sonra hayvanları durdurup kendilerine doğru yürümeye başladı, Yürürken bir yandan konuşuyor, bir yandan kuşağının arasından bir fitilli çakmak çıkarıyordu :

-Tiryakisin Bey galiba? Tiryaki, tiryakinin halinden anlamalı...

-Eh... kibriti unutmuşuz da…

Atatürk bir sigara uzattı, köylü de çakmağı çakıp, fitili ateşledi. Tatlı bir yanık kokusu tüten fitilden sigaraları yaktılar. Atatürk:

- İşler nasıl ağa? Bu yıl mahsulden yüzünüz güldü mü?

- Köylü, isteksiz isteksiz konuştu Tanrı'nin gücüne gitmesin ama Bey bu yıl yufkaydı ürün. Kabahatin acığı bizde, acığı da yukarıda!

Parmağını yukarı kaldırıp gökyüzünü gösteriyordu, söze devamla:

 Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi, böyle işte..

-Bakıryorum, sapanın biryanunda öküz, bir yanında merkep koşulu.Öküzün yok mu senin?

- Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar…

- Hiç vergi memuru köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle sey! Muhtara şikâyet etseydin.

Köylü şöyle bir gülümseyerek:

 Muhtar başında deel miydi memurun a Bey?

Atatürk dudaklarını kemirerek konuştu :

-Sen de kaymakama gitseydin…

 Sen de benimle gönül mü eyleyon beyim, kaymakamın habarı olmadan bizim buralarda kuş bile uçmaz. Geçti o eski devirler Şimcik Atatürk 'ümüz var başımızda!.

-E peki, İstanbul şuracıkta. Gideydin Valiye, anlataydı derdini.. Onun işi bu değil mi?..

Köylü, Atatürk'in saflığına inanmış, iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti biraz, kestirip attı:

-Bırak şu sağırı Allasen, biz onun buralardan çok gelip geçtiğini gördük. Yakasına yapışsak, acep derdimizi duyurabilir miyiz?,.

 Atatürk, iyice giyimliydi. konuşması da çok hoşuna gidiyordu. Sordu:

-Adin ne senin Ağa?

- Halil.... Köylük yerde sorsan Halil Ağa derler...

- Demek varlıklısın?. Ağa dediklerine göre.

- Accık çiftimiz, çubuğumuz varken adımız Ağa'ya çıkmıs, Halil Ağa asağı, Halil Ağa yukarı; derken bizim çift-çubuk gitti ama, ağa’lık kalmasın mı?.. Hâlâ bizim delikanlılar, “Halil.Ağa” diye peşimden seyirtir durularlar!..

-Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir Çiftçinin üretim aracı elinden alınamaz. Sen aldılar diyorsun.. Hadi, kaymakam şöyle, vali böyle_diyelim; eee peki bir Başbakan!, İsmet Paşa var bilir misin?..

-Bilmez olur muyum beyim…

-Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor, Florya Köşkü' 'ne iniyor Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona... Her halde çaresini bulurdu.

-Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eğliyorsun. Ama bak şinci, tutalım gittim vardım, beni o kapıya komazlar ya... Tutalım kodular, koskoca İsmet Paşa'mızı göstermezler ya. Tut ki gösterdiler, ya ona halimi nasıl yanacağım, hele o sağırın sağırı! Heç işitmez canım!

Nuri Conker söze karışmak istedi, Atatürk bir hareketle onu durdurdu. Bu zamana kadar tüm şikâyet kademelerini göstermiş, karşılığını da almıştı. Kala kala kendisi kalıyordu. Sigarasından ekleme bir sigara daha yaktı, bir tane de köylüye verdi, sordu:

- E peki bakalım bu dediğime ne bulacaksın, Demin, Atatürk'ümüz var başımızda dedin ya. O da koca yaz şuracıkta oturup duruyordu Gitseydin, çıkardın önüne, anlatsaydın halini o da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!..

Köylü iyice keyiflenmiş, keh keh gülüyor, karşısındakinin bilmezliğine acır gibi bakıyordu. Soruyu cevapladı :

-Sen ne diyon bey?.. Mustafa Kemal Paşa Atatürk’ümüzün yüzünü görmek için peygamber gücü gerek. Temin de dedik ya, tut ki gördük, yiyip içmekten, işinden, gücünden baş kaldırıp bizim öküzümüzün arkasından mı seyirtecek?. Sen gönlünü rahat tut bey, bizim kocaoğlan işimizi görür de öteye geçer bile.. Tasa etme!.,

Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün omuzuna elini koyarak

-Senden hoşlandım Halil Ağa. Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir yurttaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma, ara!..

- Meraklanma beyim, evvelallah hiç kimse bizim hakkımıza el değdirmez. Devlet borcudur, ödenecek. Ekime geç davranmışsın, gök rahmetini esirgemiş, dinler mi devlet baba? Helâl olsun!,.

Otomobil hareket etti. Bir süre gittiler, sonra Atatürk Nuri Conker'e seslendi:

- Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin! dedi.

Köşke doğru yol aldılar. Atatürk susuyor, düşünüyor sigara üstüne sigara yakıyordu, yüzünde ince bir keder vardı.

-Yahu çocuk, şu Halil Ağa'nın vergi borcu yüzünden öküzünü satmışız, merkeple çift sürüyor, hala “Devlet Baba” diyor. Ne mübarek bir ulus bu Ulus!...

Atatürk susmuştu. Geçtikleri yolların güzel ligine bile bakmıyor, mavi gözleriyle dalmış düşünüyordu. Az sonra Florya Köşkü'ne geldiler.. Nöbetçiler, açık bir spor araba içinde Nuri Conker'le Atatürk'ü görünce neredeyse şaşırıp selâm durmayı unutacaklardı. Hele nöbetçi yaverin, durumu öğrenince, bir koşuşması vardı ki Atatürk'ü değil ama; Nuri Conker'i, İsmet Paşa'dan dinleyeceği sitemleri bile unutturarak, güldürdü.

 Atatürk yavere:

-Şimdi, İstanbul'da ne kadar milletvekili varsa, bunların hepsini telefonla bulacaksın Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile, Başbakan İsmet Paşa'yı bul, onlara da haber ver.

 Yaver odadan çıktı. Atatürk Nuri Conker'e döndü:

- Bak beri Nuri!. Şimdi sen de bizim çıktığımız araba ile çıkıp o Halil Ağa'yı bulacaksın. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar zengin bir adam falan dersin. Seni sevdi, sana bir öküz alıverecek diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al gel buraya. Sakın kuşkulandırmadan gel buraya anladın mı, dil dökeceksin, marifet dökeceksin, ama ÜZMEYECEKSİN adamı, kuşkulandırmayacaksın. Haydi göreyim seni!.

Nuri Conker'i de gönderdikten sonra, düşünceli zamanlarında yaptığı gibi, ıstakayı eline aldı, bilardo oynamaya başladı.

 Nuri Conker, görevinin zorluğunu biliyordu. Halil Ağa zeki bir köylüydü sezdirmeden Atatüirk’ün köşküne getirmek, olası iş değildi. Yapmaya çalışacaktı…

 Nitekim,Halil_Ağa'yı önüne merkebiyle öküzünü katmış, köy yolunda bulunca yanılmadığını anladı. Uzun ve yorucu bir uğraştan sonra Halil Ağa'yı razı etmişti. Yola çıktıkları zaman Nuri Conker derin bir nefes aldı. Ama işin asıl güç yanı şimdi başlayacaktı. Halil Ağa’yı kuşkulandırmadan köşke sokmak bir sorundu. Yanılmamıştı biraz sonra Halil Ağa sordu:

-Nerede beyin evi?.

-Beyin evi mi?.. Şimdi yazlıkta, Suadiye’dedir ya, bu akşam yeğeninde konuk, biz de oraya gideceğiz..

-Yeğeni ne iş tutuyor ki?.

-Bugünlerde yedek subaylığını yapıyor Atatürk köşkünde..

-Sakın beyim, biz köşke mi varacağız?..

- Köşke ya..

-Aman beyim, sen amanı bilir misin?. Ben köşke möşke sokulamam Kalsın bu yemek isi, Bey evine döndüğü zaman yaparız. Sen bana adresini bir kâğıda yazıver, gelirim ben!.

-Bak bu sözünü beğenmedim Halil Ağa, yooo sonra beyi kızdırırız ki çok fena.

 -Oh beyim durdur otomofili, ben köye döneyim!...

 Nuri Conker sonunda Halil Ağa’yı köşkün yaver odasına getirebilmişti ama, anasından emdiği süt de burnundan gelmişti. Halil Ağa, köşke girerken dehşete kapılmış soruyordu:

-Aman beyim, oh beyim, sakın bizim bey Paşa maşa olmasın?

O akşam Atatürk'ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, Bakanlar, Milletvekilleri, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ yirmi beş kişi kadardılar. Atatürk sofranın başında bir ara:

- Bu akşam soframıza “Efendimiz gelecek”, Kendisine nasıl davranacağınızı görmek isterim! dedi.

 Sofrada bir fiskos başladı. Bu “Efendimiz” de kimdi? Türk ulusunun kurucusu Atatürk kimden “Efendimiz” diye konuşabilirdi? Bir şaka, bir sürpriz mi hazırlamıştı yoksa, gerçekten saygı duyduğu bir insan mı gelecekti?.Tam bu sırada Başyaver içeriye girdi ve Atatürk' 'ün kulağına bir şeyler söyledi... Atatürk memnun bir yüzle:

- Buyursun, dedi.

Şimdi nefesler kesilmiş, bütün gözler, kirpik oynamadan kapıya dikilmişti.

 Halil Ağa, başını derde soktuğunu anlamış Nuri Conker'e olüm ölüm yalvarıyordu.

- Oh beyim, elini ayağını öpeyim beyim, ben öküz möküz istemem, beni salıverin!..

Conker, yaverler çırpınıyorlar, saygı ikram, karşısında elpençe duruyorlar, kendisini yatıştırmaya uğraşıyorlardı. O zaman anladı Halil Ağa gündüz kiminle görüştüğünü. Atatürk 'tü bu. Öyle ya, Atatürk'ün ta kendisiydi! Tebdile soyunmuştu da kendisine çatmıştı demek. Söyledikleri, birden hatırına dizilmiş olacak ki can dayanmaz yalvarmalara çöktü:

 -Gazi Mustafa Kemal Paşa'mzdı senin beyin, öyle ya! Bizim aklı kısa karılar bile “Hızır” deyip bildiler. Tuh, Halil gibi senin gelmişine geçmişine... Nettim ben beylerim, komutanlarım, ah ben nettim!.

Yatıştırmak istendikçe ürküntüsü artıyordu:

-Ya ne haltlar karıştırdım ben Gazi Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüze?.. Adını Kemal dediydin ya, uyansana Halil olmayası herif?.. Naapar bakalım beni simdi Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüz, naapar? Oh su kör dilimi kesse de ibret-i âlem gezdirtse beni ortalıkta: “Geveze aptalın hali budur.” diye.

Bir kolunda Nuri Conker, bir kolunda Basyaver, avutucu sözlerle salon kapısının önüne getirdiler. Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa gündüz konuştuğu beyin sofranın başında oturduğunu, yanıbaşında da İsmet Paşa'nın yer aldığını görünce, dizlerinin bağı çözüldü. Ama olan olmuştu artık, var gücüyle toparlandı, ne diyeceğini tasarlamaya başladı.

Halil Ağa kapıda görününce Atatürk ayağa kaktı, Kalkması ile bütün sofra gürr diye ayağa kalkıştılar, Atatürk:

- Hoş geldin Halil Ağa! dedikten sonra masadakilere dönüp tanıttı ve:

-İşte beklediğimiz Efendimiz! dedi,

 Conker, Halil Ağa'yı Atatürk'ün sağ basına oturttu, kendisi de ayrılan sandalyeye geçti. Atatürk sofradakilere, o gün köşkten Conkerle birlikte nasıl çıktığını, Halil Ağayı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisiyle konuştuğunu ayrıntlı bir biçimde anlattıktan sonra Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben sorduklarımı baştan soracağım. Halil Ağa da orada bana söylediklerini.

Atatürk, Halil Ağa'ya dönerek:

- Bak beri Halil Ağa. Sen bu aksam benim başkonuğumsun!. Senin açık sözlülüğünü de çok beğendiğimi bugün söyledim, konuşmamızdan sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım... Ama şimdi ben tarlada sorduklarımı sana baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın. İste soruyorum:

-Bakıyorum sabanın bir yanında öküz bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?..

-Hail Ağa dudakları titreyerek Atatürk'ün ayaklarına kapanacak oldu, Atatürk önledi :

 

-Yooo, bak böyle şey istemem, Soruyorum, cevap ver.

Halil Ağa konuşmaktan başka çıkar yol olmadiğim anlamıştı. Sonra, kolaydı bu soruya cevap vermek; seslendi.

-Var olmasına vardı ya, Hidirellezde vergi memurları alıp sattılar!

Atatürk çok memnun olmuştu. Halil Ağa nin omuzunu okşayarak ona moral ve cesaret verdi:

-Tamam. Çok güzel. Tamam bana gündüz söylediğin gibi eksiksiz söyledin. Şimdi ben gene soruyorum:

-Hiç vergi memuru köylünün üretim aracını satar mı?. Olmaz böyle şey! Muhtara şikâyet etseydin.

 Bu soru da kolaydı. Nazlanmadı Halil Ağa. Çünkü gerisini düşünüyordu:

- Muhtar başındaydı beyim!.

- Oldu, bu da tamam. Güzel gidiyor. Ben yine soruyorum:

-Sen de Kaymakama gitseydin!

 Etrafa bir göz attı, bakındı. Kaymakam yoktu oralarda:

- Kaymakam beyin haberi olmadan bizim buralarda kuş bilem uçamaz!

Sofradakiler soluk almadan konuşmayı izliyorlardı. Sıra ürkütücü sorulara gelmişti. Atatürk sordu:

-Peki İstanbul şuracıkta, gideydin Valiye anlataydın derdini, onun işi bu değil mi?

Vali Muhitin Üstündağ, Halil Ağa'nın ancak iki metre ötesinden, kendisine bakıyordu, Nasıl desin?.. Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:

-Vali Paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi duyurabilir miyiz ki...

 Atatürk'ün kaşları çatıldı:

-Olmadı bu, Halil Ağa!. Bana dediğin gibi, dosdoğru..

 - Böyle demedik mi beyim?.

-Ya, ben mi yanlış anladım?. Dur soralım bakalım Nuri'ye.. Nuri, böyle mi dedi bize Halil Ağa?.

- Hayır Paşam.

-Gördün mü?.. Demek yanlış aklımda kalmamış. Hani bir şey demiştin sen, vali neden duymazmış?..

-Accik hafifçene işitir de..

-Hele, hele, bana söylediğin gibi.

- Köylük yerinde bizim dilimiz sağır demeye dadanmıstır, kusura kalman gayri Paşam.. Atatürk gülmeye başladı:

- Diplomatsın ki, yaman diplomatsın!.. - Ama diplomatlık sırası değil, doğruyu konuşacağız!.. Söyle şimdi bana orada dediğin gibi.,

 

Halil Ağa gözünü yumup başını öne eğdi:

-Şaşırıp, “Bırak şu sağırı” dedik ya..

 Sofrada mırıltlar, gülüşmeler başlamıştı.Hele ismet Paşa Atatürk'ün destekleyip tuttuğu Vali Üstündağ'ı pek sevmediğinden, duyulacak bir sesle güldü. Atatürk, İsmet Paşa'ya “Dur şimdi sıra sana geliyor” der gibi bakmaktaydı.

- Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine: E, peki bir Başbakan İsmet Paşa var, bilir misin?.

Halil Ağa, İsmet Paşa'nın yüzünden gözlerini geçirerek:

 - Şanlı İsmet Paşa'mız bilinmez olunur mu hiç!... Bugüne bugün..

Atatürk Halil Ağa'nın konuşmasını durdurdu:

- Bırak simdi övgüleri. Ben sözün gerisini getireyim: “Tamam öyleyse hemen her hafta İstanbul'a geliyor. Florya Köşküne iniyor, kösk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin onu. Her halde çaresini bulurdu!”

Halil Ağa söylediklerini anımsadıkça, canı tükeniyordu. Yine kaytarmayı denedi:

-Kapiya komazlarya bizi, kosalar da şanlı Paşa'mıza öküzümüzü mü yanacağız! Atatürk'ün sesi iyice sertleşir ve :

-Beni uğrastırma Halil Ağa. Erkek adam sözünü yalamaz. Ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!..

 

Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yere gömüp konuştu :

-Şanlı Paşa'mıza da sağır dedik ya..

- Yalnız sağır değil, “Sağırın sağırı”... Değil mi?,

 Halil Ağa yere bakan başını acıyla salla:

-Öyle dedikti Paşam. Doğrusun!.

Son soruyu soruyorum simdi, bunun da karşılığını ver, öküzü al git:

-Koca yaz şuracık, ta Atatürk oturmuyor mu?.. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın halini!.o da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?..

- Hiç bırakır mı, hiç bırakır mı aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir, halimi dinler!..

- Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla!

 Halil Ağa birden diklendi. Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk'ün gözlerinin içine bakarak konuştu.

 -İşte bunu demem! Ağızıma ateş doldur İşte bunu demem Paşam!.

 Atatürk gülmeye başladı:

- Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, söz anlamıyor. Nuri, senin aklındadır, sen söyle de Halil Ağa söyleyip söylemediğini açıklasın.

Nuri Conker ayağa kalktı, gülümsüyordu:

-Siz de zor işlere hep beni koşarsınız, Paşam. Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek demişti yanılmıyorsam. Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek demişti.

Halil Ağa'nın gözlerinde yaşlar, başını salladı. Öylece duruyordu. Atatürk konuştu :

- Atatürk işi içkiye vurmuş sarhoşun biri demesine getirdin ya, fazla üstelemeyeyim Şimdi bak beni dinle Halil Ağa! Seni bu kadar üzüşümün nedeni, şunu anlatmak içindi. Şu gördüğün altı Bey, hükümet.. Yani, biri Başbakan, ötekileri de Bakan!. Yurda göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir Yasa gerekti mi, bu Baylar, hemen sıvanırlar, İsviçre'den mi olur, İtalya dan mı olur, Fransa'dan mı, velhasıl neredense bir yasa buluştururlar, Türkçeye çevirtirler, sonra basıp imzayı, gönderirler Büyük Millet Meclisine.. Büyük Millet Meclisi dediğim de, şu alt baştan senin yanına kadar olan Baylar. Yasa gelir bunlara, bunlar da “Hükümet elbette incelemiş, gereğini düşünmüştür benim ayrıca zorlanmama gerek yok” diye, kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir yasa!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir, Halil Ağa'nın öküzünü çeker satar vergi borcundan. Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış kimin umurunda!. Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım... E hakça söyle bakalım simdi Halil Ağa, sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle oturup konuşmak için içmez misin?. Ama sonra da Halil Ağa tutar sana sarhoş der!.

Halil Ağa'nmn dili çözülmüştü :

-Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün, Paşam, sağlık düşürsün!.  .......

Sonra Halil Ağa, Yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk'e döndü:

 - Yonan'ı denize döktün Paşam, Bayrağımızı başucumuza diktin.!.. Benim gibi bir köylü parçasını sofrana aldın, sana duaya bilem dilim dönmez ki... Nideyim ben?.. Bırak ki oh Paşam, ayağını öpeyim!.

 

Ayağını Öpmek için davrandı, Atatürk hemen tuttu, tutunca eline sarılıp öptü ve başına koydu

- Bayrağımız gibi başımızdan eksik olma insallah._Düşmanın, ayağının altında olsun. Gayri bana izin koca Paşam.

- Yemek yemedin!

 -Yemek kolay... Meraklanır çocuklar ben köye düzüleyim..

Atatürk Nuri Conker'e işaret etti. Conker kalkıp Halil Ağa'nın yanına geldi. Halil Ağa kalktı, önce Atatürk'ü, sonra da sofradakileri selamlayıp, kapıya doğru edeple geri geri çekildi.

Kapı kapandığı zaman, Atatürk sofraya döndü ve :

-Efendimizin halini gördünüz mü Baylar? Devlet, size böyle davransa, ne yaparsınız? Mübarek ulus bu ulus, bu adam!.. Şimdi onun karşısında “ADAM OLMAK”  bize düşüyor!.

 Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Gözler Atatürk'de:

-Halil Ağa'nin öküzünü satıp üretimi aksatan yasayı ya biz yaptık, ya da bizim yaptığımız yasa, yanlış yorumlanarak Halil Ağa'nı öküzünü satıyor, ikisi de bence bir... Böyle bir yasa yaptıksa, yurt çıkarlarına aykırıdır, nasıl yaparız?. Eğer yaptığımız yasa böyle yorumlanıyorsa, hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki olay İstanbul'da geçiyor.

Bunun Van'ı var, Bitlis'i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.

Atatürk susmuştu. Kimse konuşmuyordu İsmet İnönü, gözü ile arkadaşlarını dolaştI, sonra hafifçe öksürerek konuştu:

- Haklısın Paşam! Bunun, yanlış bir uygulama sonucu olduğunu sanıyorum önemle araştıracağım! Hükümet olarak elimizde insan kapasitesi yeterli değil, bunu biliyoruz Ama görevimiz, buyurduğunuz gibi, çarkı iyi döndürmektir, döndüreceğiz!..

Ne Atatürk, ne sofradakiler içkiye dudak değdirmiyorlardı. Geniş tutulmuş bir Bakanlar Kurulu gibiydi masa.. Başbakan, Cumhurbaskanını tatmin etmek için konuşmuştu. Fakat Atatürk, yine de sinirli idi. Soruyu İsmet Paşa ya doğrulttu:

 - Bugüne kadar böyle bir olay size intikal etti mi?

-Hayır Paşam, etseydi elbette ilgilenirdim.

-Ben de parmağımı buraya basıyorum Biz Cumhuriyet'i süs olsun diye yapmadık.

Toplumdan yana bir yönetim kurmak için yaptık. Hükümetin müfettişleri var, valileri var, kaymakamları var, bunlar Halil Ağa'nın öküzünü vergi borcundan satıyorlar. Yaptıklarını ne demek olduğunu elbette bilmeleri gerekli... Bunlar, size hiç bir şey söylemiyor, Halil Ağa'nın öküzünü satıp Vergi gelirini şişkin göstermeye çalışıyorlar!.. Hadi bunları bırakalım, milletvekili arkadaşlarımız var Yolluk alıyorlar, toplumla, halkla konuşuyorlar, bunlar da size bir şey söylemiyor. Bir parti örgütümüz var, halkın içinde dirsek dirseğe yaşamaları gerekli, onlar da yurdun zararına olan böyle bir uygulamadan söz etmiyorlar. Ne demektir bu?. Bizim toplumla beraber ve toplum için değil, topluma rağmen bir sistem kurduğumuzu sanmaktır! Asıl üzüldüğüm, parmak bastığım yer burası!, Biz Cumhuriyet'i anlatamamışız Baylar, bundan bu çıkıyor!.

Cumhuriyet'in ne olduğunu anlatmak zorundayız. Hükümetin ve partinin görevi budur! Siz ikisinin de Başkanısınız Başbakan Paşa! insan kapasitesi özürünü de kesinlikle kabul etmiyoruz. Cumhuriyet'ten bu yana onüc yıl geçti. O gün okula başlayanlar, bugün üniversitelerde öğrenim yapıyor. Ortaokullarda olanlar bugün ya devlet kadrosundadır, ya da parti kuruluşunun bünyesi içinde... Bunlar, Cumhuriyet'in her tehlikeye karşı savunucusu değiller mi? Peki neredeler?Ya bunlara Cumhuriyet'i anlatamadık, ya da daha kötüsü, bunlar da EYYAMCI oldular!

 Yaptığımız devrimlerin yaşaması, bilinçli bir Cumhuriyet ve Devrim kuşağının yetiştirilmesine bağlıdır. Halil Ağa'ların başına gelenler, hükümete ve Büyük Millet Meclisi'ne ulaşmıyorsa, tehlike var demektir!

Atatürk, İsmet İnönü'nün yüzüne baktı.İnönü konuşmaya davranıyordu ki, Atatürk onu eliyle susturdu:

-Ne söyleyeceğinizi biliyorum. Sofrada, ki arkadaşlarımızı da bir hayli yorduk ve yemekten alıkoyduk. Hadi Baylar; görevimizi daha sıkı kavramamız ve BAŞARMAK için daha çok ÇALIŞMAMIZ onuruna!.